İki parça əşyamla getsəm başqa təqvimlərə… – Həcər Sağlamın şeirləri (Türkiyə)

Müstəqil.Az Türk şair Həcər Sağlamın şeirlərini təqdim edir:

 

 

 

 Hacer SAĞLAM

VEDA

 

İki parça eşyamla gitsem başka takvimlere,

El sabahların Şubat’ında üşüyüp,

Kar giydirsem kafa tutup Ağustosu’na,

Dinmese kadehteki sarhoş kadının çığlıkları,

Ve susmasa komşu teyzelerin cikletli dedikoduları.

 

Bir defter, bir kalemle gitsem irili ufaklı şehirlere,

Kovalasa ayağıma sarılan taşlar adımlarımı,

Kıvransa sapanımda bir kuşun acı nidaları,

Ve bir ikindi vaktinde,

Kapasa amellerimi ölüme çalan göz kapakları.

 

 

 

SENDE EKSİĞİM

 

Seni bana eklesek, iki yürek etmez.

Çünkü ben eksiğim sen de.

Bir balerinin pistine dokundurduğu,

Parmak uçları kadar dünyana dahilim çünkü.

Sen de kırmızı rujumun,

Dişime bulaştığı kadar bana ait.

Boynum güneşe küstür benim.

Bundandır tohumlarımı başucuma dökmem.

 

Yağmurun güneşi beş renge bölmesinin,

Lafzıdır gökkuşağı.

Dantelli yakalığıma düşen,

Örgümdeki kurdeledir ilkokul.

Neyse… Ne diyordum?

 

Sen ve ben…

Seni bana eklesek diyordum.

Eklesek, iki beden etmez diyordum.

Çünkü ben yarımım senin.

Birazdan kayacak bir yıldız kadar,

Gecene dahilim çünkü.

Sen de kronik bir sivilce kadar tenime ait.

 

Boynum güneşe küstür benim.

Bundandır tohumlarımı başucuma dökmem.

Neyse… Ne diyordum? Sen ve ben…

Seni bana eklesek diyordum.

Eklesek, iki ömür etmez.

Çünkü ben rahme düşmedim sende.

 

 

 

 

GAİP BEDEN

 

Eğil…

Bir şey fısıldayacağım sesimin ulaştığı yanlarına.

Bari, bu sonbahar sarıya boyama yapraklarını.

Dallarına bari bu mevsim serçeler yuvalar kondurmasın.

Bu ihtişama benim aklım pek ermez.

Nedir o?

Gövdene sarılan yel mi?

Damarlarına kenetlenmiş ıstırabı süpüren.

Garip…

Eldivenimde senin parmaklarına da yer var.

Merhamete ırak göçler konarsa ayak uçlarına,

Dudaklarını iki hecelik birbirine vur.

Zira serseriliğe bulandığım bu kapı boşluğunda,

İçeri almanı istediğim sende gaip bir beden var.

 

 

 

LÜTFEN

 

Lütfen…

Bu türkü, genzimde esaretim olmasın.

Karışmasın mesela çakıl taşları.

Bağrımdan ağır ağır adımlarla,

Sel kokan yağmurlarına.

Biliyor musun?

Senden daha çok nefes alıyorum.

Hatta ben…

Uyurken bile ölmüyorum.

Sırtıma saplanan,

Keder mızrağından süzülen kan yok mu?

 

İşte o…

Benim semamda ağırladığım çoban yıldızım…

Sen, benim ameliyat masamda uyandıramadığım kadavra…

Bazen cismin bir pabuç kadar,

Çamurun tanık olduğu ayak izi.

Aslında ekseriyetle sen…

Sinesine vuran tuzlu suyla,

Feryat figan kabuğuna saklanan salyangoz.

Bu türküyü genzimden hicrete sal.

 

Lütfen…

Kavrulmasın mesela sevdam,

Mısır tarlasının gölgesiyle baş başa kalmış güneş ışığında.

 

 

 

KOLAY DEĞİL

 

Kolay mı dedim?

Yoo, değil.

Ama zor demek de bir ihanet gibi saplanıyor zikrime.

Ceplerime gömdüğüm parmaklarım karıncalanıyor.

Uykuma tutunan rüyanın ibresi vurdukça vaktime,

Zifiri bir gölge saati baştan kuruyor.

 

Kolay mı dedim?

Hiç kolay değil.

Ama zor demek, bana yakışmayan bir veda gibi.

On yediyken bir ağacın kollarında emzirdiğim salıncak gibi,

Diyaframında alıp verdiğim sıcak bir nefes gibi,

Zihnime çöreklenen mermi tadında bir eziyet gibi…

 

Kolay değil.

Kolay değil.

Ama zor demek,

Soyuna ad veremediğim bir kehanet gibi,

Alengirli bir sabahın kapısına vuran davetsiz bir ayıp gibi,

Aşiret kavgası gibi,

Nihayete ermeyecek bir intikamın ana çiseleyen küfrü gibi.

Ama zor demek de…

Muhammed’in ordusunu yalanlayan bir münafık gibi,

Niza saçıyor memleketime.

Kahkahada yüzen bir gamzenin kokusu burnuma ilişiyor.

Büklüm büklüm bir yelpaze yanaklarına rüzgar oluveriyor.

Uykuma tutunan rüyanın ibresi vurdukça vaktime,

Zifiri bir gölge saati baştan kuruyor.

 

Share: