“DƏRVİŞ PARİSİ PARTLADIR” FİLMİNE PARODİ AÇISINDAN BİR YAKLAŞIM…”-Şair,ozan Semih İpek qardaş ölkə Türkiyədən yazır…

“DERVİŞ PARİS’İ PARTLADIR” FİLMİNE PARODİ AÇISINDAN BİR YAKLAŞIM

Semih İpek

Derviş Paris’i Partladır filmi 1976 yılında Azerbaycan’da çekilmiş bir filmdir. Eser Mirzə Fətəli Axundov’un “Hikâyet-i Mösyö Jordan ve Derviş Mesteli-Şah Câdüger-i Meşhur” adlı komedisinden alınmıştır. Ahundov bu eserinde, batıl inançları ve kadınların cahilliğini işlemiştir. Bu oyunda nişanlısı Şahbaz Bey’in Paris’e gitmesini istemeyen Şerefnisa’nın büyücü Derviş Mesteli Şah’a başvurması ve sonrasındaki olaylar anlatılmıştır.
Fakat ilginç olan durum: Olayların böyle sıradan geçmemesi. Burada eserin başlığında da adı geçen ve İran’dan gelen Derviş Mesteli Şah, dünya tarihinde çok önemli kabul edilen hatta bir çağ açıp yeni bir çağ başlatan bir konu olarak görülen Fransız İhtilâli’ni çıkaran kişidir.
İşte durum böyle olunca bir parodiden ister istemez bahsedilecektir. Çünkü esas çıkış nedeni yılların fikir birikimine dayanan ve çeşitli hak arayışlarını içeren ihtilâl bu eserde bir dervişin üzerine yıkılmış ve bu sayede eserin, filmin güldürme seviyesi had safhasına çıkarılmıştır denilebilir. Sanki bütün olaylar dizisi bu tek sahneye bağlanmıştır. Çünkü bu sahneden sonra artık pek de bir olay gerçekleşmez ve hikâye son bulur.
Yazının konusu bu eser olduğundan incelenen filmin özetine değinmek yerinde olacaktır.
“Olaylar bugün Ermeni işgali altında bulunan Karabağ’da geçer. İlk sahnelerde Karabağ’da önemli bir kişi olan Hatemhan’a, Fransa’dan Mösyö Jordan’ın gelişini haber veren mektup ulaşır. Kronolojik seyirde anlam verilemese de, bir ara yolda Mösyö Jordan ile Mesteli Şah karşılaşırlar. Fakat Mösyö Jordan yoluna devam eder ve Hatemhan’ın evine ulaşır. Onun Türklerle anlaşmasına bölgede Fransızca bilen tek kişi olan Reşidbey (Hatemhan’ın kaynı) yardım etmektedir. Mösyö Jordan bir botanikçidir. İşi gücü Karabağ’ın güzel doğasındaki eşsiz bitkileri incelemektir. Mösyö Jordan, Karabağ’da yeni bitki türleri bulur ve bunlar hakkında incelemeler yapar. Mösyö Jordan’ın bu incelemeleri sırasında Şahbaz (Hatemhan’ın yeğeni) ona yardımcı olur ve işlerin bir ucundan da o tutar. Şahbaz’ın, bu konulara olan ilgisi Mösyö Jordan’ın gözünden kaçmaz. Mösyö Jordan, Şahbaz’ın Fransa’ya, Paris’e gidip bu konuda ihtisas yapmasını ve ilim tahsil etmesini ister. Fakat bu işe başta Şahbaz’ın sözlüsü, Şerefnisa (Hatemhan’ın kızı) karşı çıkar. Karşı çıkanlar arasında evin hanımı (Hatemhan’ın karısı) ve evin hizmetçisi (Senem) de bulunmaktadır.
Mösyö Jordan, Şahbaz’ın velisi olan Hatemhan’dan Şahbaz’ın Fransa’ya gitmesi gerektiğini ballandıra ballandıra anlatarak izin ister ve nihayetinde de izni koparır. Bundan sonra ağlamayla, sızlamayla Şahbaz’ı caydıramayacaklarını anlayan kadınlar, başka bir yol ararlar.
Evin hizmetçisi Senem, Hanım’a İran’dan gelen ve kerametleri meşhur olan derviş Mesteli Şah’tan bahseder. Hanım ise Senem’i Mesteli Şah’ı bulması için pazara gönderir. Senem, pazara vardığında Mesteli Şah ve yardımcısı halka gösteri yapmakta, keramet göstermekte ve para kazanmaktadırlar. Senem, Mesteli Şah’a durumu anlatır. Mesteli Şah, işi kabul eder ve eşeklerine binerek Hatemhan’ın evine doğru yola çıkarlar.
Ertesi gün, Mösyö Jordan ve Şahbaz yola çıkacaklardır. Bundan ötürü veda yemeği babında bir yemekli eğlence tertip ederler. Evdekiler, bu toplantıda eğlenirken o sırada Mesteli Şah ve yardımcısı da Hatemhan’ın evine varırlar. Hanımlar, Mesteli Şah ve yardımcısını rahatça konuşabilmeleri, durumu detaylı olarak anlatabilmeleri ve onların gerekleri şeyleri yapabilmesi için evin kilerine götürürler. Kilerde durumu dinleyen Derviş Mesteli Şah, hanımlara iki seçenek sunar ve bunu şöyle açıklar: Heybesinden bir horoz çıkarır ve der ki “dilerseniz bu horozun adını Mösyö Jordan koyayım. Sonra da bu horozun başını keseyim, böylece Mösyö Jordan ölür.” İkinci olarak “isterseniz Paris şehrini yerle bir edeyim, böylece Şahbaz da gitmekten vazgeçer.” Diye seçeneklerini sunar. Hizmetçi Senem, hem Paris’in yerle bir olmasını hem de Mösyö Jordan’ın öldürülmesini ister, hanım bu söze karşı çıkar ve der ki: “bizim derdimiz Paris’tekilerle değil, o çer çöp yığan Mösyö Jordan’la, hem Parislilerin evlerini başlarını yıkmaya ne hakkımız var. En iyisi ne geliyorsa Mösyö Jordan’ın başına gelsin” der. Fakat kızı (Şerefnisa) da, annesinin sözüne karşı çıkarak: “hiç evine gelen misafirin kanı dökülür mü?” diye karşı çıkar. Ufak bir duraksama ve fikir alışverişinden sonra Şerefnisa’nın görüşü kabul edilir ve Paris şehrinin yerle bir edilmesine karar verirler.
Bu karardan sonra Derviş Mesteli Şah ve yardımcısı kilerin içine -yapacağı taklidi büyü için- oradaki eşyalar, kap kacak ve kabaklarla temsili bir Paris şehri inşa ederler. Bu yapma şehrin altına da barut serpmişlerdir.
Sonunda Derviş Mesteli Şah’ın söylediği gizemli kelimeler eşliğinde barutu ateşlerler. Ama barut istenenden çok konmuştur. Bu nedenle, patlamanın etkisiyle konakta bir yangın çıkar. İnsanlar çıkan yangınla uğraşırken, bu sırada Mösyö Jordan’a bir mektup gelir. Mektupta, Fransız İhtilali’nin çıktığı ve kendisinin ülkesine acele dönmesi gerektiği yazar. Mösyö Jordan, “Paris topsuz tüfeksiz harab oldu. Bu bir şeytan işidir” der. Tabi bu durumda, Derviş Mesteli Şah’ın büyüsü tuttuğundan, Mösyö Jordan; Şahbaz’ı Paris’e götüremez. Son sahnede ise Mösyö Jordan’ın dönüşünü görürüz. Jordan, bir arabayla yola çıkar.”
Parodi: Bir yapıtın konusunu ve/ya içeriğini değiştirerek daha çok, ciddi bir yapıttan gülünç, eğlendirici bir yapıt türetmek, bir ölçüde, bir başka yazarın yapıtına ait tümceleri ya da dizeleri eğlendirmek amacıyla dönüştürmek olan yansıma’dan ayrı olarak, ondan türeyen alaycı (gülünç) dönüştürüm, yine soylu bir metnin –örneğin, destan- eylemini ya da konusunu olduğu gibi sürdürerek, yani yapıtın temel içeriğini ve anlatısal devinimini değiştirmeden, onu bildik, sıradan, yeni bir biçemde yeniden yazmak olarak tanımlanır. Bu yönteme başvuran yazarın amacı dönüştürdüğü yapıt konusunda biraz “yergi” yapmak, biraz eğlendirmektir. Bu hususta yazar benzetmeleri bile güncelleştirir.
Görüldüğü üzere buradaki parodi çerçevesince Fransız İhtilâli aslından çok çok uzaklaştırılarak “yansılanmıştır.” Burada diğer olaylar dönüp dolaşıp o son sahneye: Fransız İhtilâline bağlanmıştır. Bu eserdeki olayları bir zincir halkasına benzetecek olur isek bu halkalar uç uca eklenmiş bu oluşan zincirin en sonuna da bir avize takılmıştır. İşte bu avize Fransız İhtilâli’nin çıkışıdır. Bu konu işlenirken atasözleri, sıradanlaşmış anlatımlar, diyalektler, teknik sözcükler, yabancı sözcükler kullanılarak ağır bağlı olan alt metin, ciddi biçemden komik türün bildik, sıradan biçemine geçer. Zaten filmde durmadan anlatıya katılan havadan sudan konuşmalar da bu durumu kanıtlar niteliktedir.
Peki, müellif dünya tarihinde önemli görülen bir hadiseyi neden böyle basitleştirip ti’ye almıştır? Yazarın görüşünü, fikirlerini incelemek kaleme alınan bir eserin yazılış nedenini, yazar için taşıdığı ehemmiyeti göstermesi hususundan önemlidir. Tabii bu değerlendirme yapılırken dönemin şartları asla göz ardı edilemez.
Azerbaycan’da XVI. Yüzyılda başlayan Rus işgali bugünkü Azerbaycan’ın Rusların eline geçmesini sağlamıştı. Önce hanlıklar teker teker sonra Azerbaycan Rusya’ya bağlamıştı.
Yazar, 1812 yılında doğduğuna göre Çarlık Rusya vatandaşı idi. Rus okullarında tahsil görmüş, Rus dilinde eserler okumuş, kısacası Çarlık Rusya’nın her bir fikirlerinden ister istemez etkilemişti.
Genel olarak söylenen sözdür: Fransız İnkılabından sonra dünyaya “milliyetçilik” akımı yayılmıştır. Bu ne demek? Dünya’da Fransız ihtilâline kadar milletler vardı. Ama bu milletleri bir arada tutan, onların işlerini düzenleyen başka yapılar mevcuttu (meselâ din, sosyal tabaka…). Ama Fransız ihtilali dünyaya öyle bir fikir saldı ki bundan sonra devletlerin teşekkülü de bu Milliyetçilik akımının getirdiği, Fransız ihtilalinin getirdiği fikir çerçevesinde kurulacaktı. Peki, eserin yazarı neden Fransız ihtilalini bayağı bir konu gibi anlatıp, yalnızca gülünüp geçilecek bir hadise gibi kaleme aldı? Çünkü: Evvelâ içinde bulunduğu devlet monarşik bir sistemle yönetiliyordu. Rus çarları bütün güçleri ellerinde bulunduruyorlar, kendilerine karşı herhangi bir aksi sesin çıkmasını istemiyorlardı. Fransız ihtilali ise taşıdığı düşüncede monarşiyi reddediyor, demokrasiyi savunuyordu. Tabii ki Çarlık Rusyasında demokrasiyi savunmak “ayı” ile piknik yapmaya benzer. Çarlar kendilerine yani yönetime karşı çıkan sesleri sürekli susturdular. Ta ki 1917 yılına kadar.
İkinci bir neden Fransız ihtilalinin getirmiş olduğu milliyetçilik akımı idi. Ama Rusya, birçok milletin zorla bir devlet içerisinde birleştirilmesinden oluşuyordu. O halde bundan söz etmek Rusya içindeki Rus olmayan milletlerin isyanını teşvik etmek, bir nevi vatana ihanet sayılırdı.
İşte bu nedenlerden ötürü müellif, bütün komik olaylar dizisini tek bir olaya bağlamıştı. Fransız devletini, Fransız halkını ise komik davranışlar yapan, sürekli üstüne güldüren bir tip ile betimlemişti. Çünkü yukarıda bahsedilen fikirleri yayan bir devlet ve millet hakkında iyi tasvirler yapılamazdı.
Fransız ihtilalinin çıkışının bir dervişe –sahtekâr derviş- bağlanması ise bu olayın ancak büyü ile sihir ile açıklanabileceği yönünde bir alay etmedir. Zaten filmin yine son sahnelerinde Mösyö Jordan’a Fransız ihtilalinin çıkışıyla, Paris’in yerle bir olduğuyla ilgili mektup geldikten sonra. Jordan’a bunu kimin yaptığını, kimin Paris’i o hale getirdiğini sorarlar. Mösyö Jordan ise bunu cinlerin, şeytanların yaptığını söyler.
Burada ilginç bir düşünce çıkar karşımıza. Demek ki, Fransız ihtilalinin getirdikleri “şeytan işi” olarak açıklanabilir. Yani bu yeni fikirlerin kimseye bir faydası olmayacağı söylenir. Hele bir de bu sözü ihtilalin çıktığı devletin vatandaşı, o milletin mensubu bir “Fransız” a söyletir. Burası çok ilginçtir. Çünkü burada vermek istene düşünde: “Aslında Fransızlar da bu ihtilalin çıktığından memnun değildiler ama ne yaparsın artık bir kez oldu.” gibi bir düşüncedir.
Eserde Fransız ihtilalinin sahtekâr, yalnızca para için çalışan bir dervişçe çıkarılması, gerçek hayatta Fransız ihtilalini çıkaranların yalnızca bir serseriden ibaret olduğuna bir kapı açar. Zaten bilindiği üzere Fransız ihtilalinin ilk kıvılcımı Bastille hapishanesinde (Resmi adı: Bastille Saint-Antoine) çıkmıştı. Bu da aradaki paralelliği haklı çıkarır bir detay olabilir.
Mösyö Jordan’ın mesleği de ayrı bir parodi ve iğneleme ürünü olarak kullanılmış olabilir. Peki, Mösyö Jordan’ın mesleği nedir? Yukarıda Jordan’ın Karabağ’ın ender bitkilerini inceldiğini ve bunlardan numune aldığını kaydetmiştik. Evet, Mösyö Jordan bir botanikçidir. Botanik biliminin bizdeki adı ise Nebatat olup bu nebatat sözü halk söyleyişinde kullanılan ve zannımızca literatüre geçmeyen bir deyimde de geçmektedir. Bu deyim “Nebatat olmak” tır. Deyimi açıklayacak olur isek. Nebatat olmak: “Bir durum veya bir iş karşısında hiçbir şey yapamadan, durmak, yani kısacası gerçekleşen olay karşısında ot gibi kalmaktır.” Zaten Mösyö Jordan’ın mesleği filmde de alay konusu edilmiştir. Derviş hanımlara Paris’i mi yoksa Mösyö Jordan’ı mı helak edeyim? Diye sorunca hanım Paris’tekilerin ne günahı var sen, o “çer çöp yığan” Mösyö Jordan’ı helak et derler. Burada da botanik bilimi bir “çer çöp” işi olarak görülmüştür. Biz buradan bunu anlayabiliriz: Mösyö Jordan, filmde Fransa devletini ve Fransa milletini temsil eder. Burada verilmek istenen mesaj ise az önce zikrettiğimiz deyim ile Mösyö Jordan’ın mesleğinin birleştirilmesi ile olmuştur. Yani Fransa, devleti tehdit eden büyük bir ihtilalde –tıpkı Mösyö Jordan gibi- “nebatat olmuştur” bu ihtilale karşı hiçbir şey yapamamıştır. Böylece kral kendi düşüşünü engelleyememiş ve deyim yerinde ise kelleyi kurtaramamıştır. Böylelikle izleyicinin Fransız İhtilali’ne karşı dikkati değişir, gülünç etki yaratmaktan öte, yeniden yazma yoluyla Fransız İhtilali ve bu ihtilalde yer alan isimler alaya alınır. Sıradan bir biçemle dönüştürülen, güncele ve tarihsel olana indirgenen alt metin tarihsel gerçekliğiyle büyüklüğü tartışmaya açılır.
Filmin sonlarına doğru yine Derviş, Paris’i yerle bir etmeden önce elinde bir bal kabağı tutarken hanımlarla konuşur. Hanımlar; “Öyle bir şey yap ki baba derviş, Şahbaz Paris’e gitmekten vazgeçsin.” derler. Derviş ise evvela “bu hiç de kolay bir iş değil.” Der. Derviş ise bu iş ya Paris’in ya da Mösyö Jordan’ın başında patlasın der. Bunu söylerken tam o sırada elindeki kabağı Mösyö Jordan’ın başı gibi düşünerek onu tıklatmaya, davul gibi dövmeye başlar. Bu da bir hakaretin aktarımı olabilir. Çünkü “bal kabağı” sözü ahmaklığı bildiren bir söz olarak halen daha kullanılır. Bugün Türkiye’de söylenen “Fransız kalmak” deyimi de yine Fransızlar ve Fransızların bir şeyden anlamamaları arasında ilgi kurulmasıdır.
Yine aynı sahnede Derviş Mesteli Şah kendisini dinleyen hanımlara bu meselenin halli konusunda bir öneride bulunur. Heybesinden çıkardığı bir horozu göstererek “bu horozun adını Mösyö Jordan koyayım, sonra da ben El ra’i ? (çoban yıldızı) yıldızına emredeyim, on gün içinde bu horoz gibi Mösyö Jordan’ın başı kesilsin. Böylece sizin de istediğiniz olur” der. Burada kullanılan horoz simgesi bilindiği üzere Fransa’yı temsil etmektedir. Bilindiği üzere bugün dâhi Fransa’nın sembolü horozdur.
Sonradan Derviş Mesteli Şah, Paris’i patlatmadan, yerle bir etmeden önce bir söz sözler. Bu söz şöyledir: “Paris şehri akrep burcunun altında vakıf imiş. Bu burcun tesirindendir ki bu şehirden hiçbir bela eksik olmaz.” Burada da yine Paris şehrinin ne kadar lanetli bir şehir olduğu ifade ederek filmin sonunda yer alan Paris’in yıkılışı, sebebe bindirilmesi açıkça dile getirilir. Bu dile getirmede ise nücum ilminden faydalanılır. Derviş bu sahnede tam bu sözü söylerken hemen arkasında belli ki artık kullanılmayan ve öylece kenara bırakılmış olan horoz biçimli rüzgârgülü dikkati çeker. Horozun, Fransa açısında simge olarak öneminden bahsettik.
Filmin başından sonuna kadar sözü edilen ve sürekli fark olarak gösterilen bir olgu vardır. Bu da, hangi milletin neye önem verip sevdiğine dairdir. Filmin en başından beri Karabağlılar ata önem verir, onu her şeyin üstünde tutarlar. Tabii ilk sahnelerde ata önem veren Karabağlıların yanında Ruslar da yer alır. Karabağlıların ata verdiği önemi göstermesi açısından bazı sahneler çok önemlidir. Bu sahnelerden birinde: Evde oturmuş tavla oynayan Hatemhan ve kayın biraderi Reşidbey dışarıdan gelen bir atın sesini duyar duymaz oyunu bırakır dışarı koşmaya başlarlar ki bu kişnemenin sahibi olan yağız atı görebilsinler. O sırada evin hanımı Şehrebanu, kardeşi Reşidbey’e kocasından yana dert yanar ve der ki: “Yaa görüyor musun Reşidbey, bu adam atları kendi çocuğundan daha çok seviyor.” Reşidbey bu söze öyle bir karşılık verir ki Şehrebanu şaşakalır. “O atları kendi çocuğundan çok seviyorsa, ben de kendimden daha çok seviyorum” der. Peki, Karabağlılar atları severken Fransızlar neyden hoşlanmaktaydılar?
Tabii ki yine Karabağ’da Fransa’yı temsil eden Mösyö Jordan’a bakmak gerek. Mösyö Jordan buna karşılık yalnızca bitkileri ve botaniği sevmektedir. At yiğitliğin, cesaretin simgesi iken bitkiler boş iş olarak görülür. Doğal olarak yiğitlikle uğraşan yiğit olur iken boş işle uğraşan adam da boş adamdır. Hatta Karabağlılar Mösyö Jordan’ın ilk başlarda meşhur, adına şiirler yazılan Karabağ atlarını görmeye geldiğini düşünürler ama sonradan yanıldıklarını anlayacaklardır.
Bir ara filmde Çağrıldığı Hatemhan Ağa’nın evine eşekle giden Derviş Mesteli Şah ve yardımcısı görünür. Yolda, şarkı söyleye söyleye giderken dervişin yardımcısı eşeğe ters binmiştir. Burada ilk aklımıza gelen Nasreddin Hoca’nın eşeğe ters binmesi meselesidir. Ününü yüzyıllara yaymış olan Nasreddin Hoca’nın bu güldüren hareketi burada da kısa sahne olarak gösterilmiştir. Eşeğe ters binme, geleneksel komedinin de simgelerinden biridir.
Sonuç olarak film, konu ve yaşam tarzı olarak XVIII. yüzyıla uyarlanarak ve yaşanılan çağın sıradan biçemiyle yeniden yazılarak, bir yakınlık, bildik etki yaratmak; eski bir tarihi olayı, yeniden yazıldığı dönemdeki biçemine uygun, yeni bir dille dönüştürerek onu daha anlaşılır kılmak, sonuçta, izleyiciyi / okuru eğlendirmek filmin / eserin esas amacı olmuştur.

FOTOĞRAFLAR

Share: