“Tek kişilik masa”-Gənc yazar Humay YILMAZIN hekayəsi…

TEK KİŞİLİK MASA

Tek kişilik masasında her zaman aynı saatlerde yemek yer olurdu. Daim temiz,bakımlı ve alımlı gelirdi. Asil ve zarif davranışları mıknatıs gibi dikkatimi çekmişti.

Mekana girerken birkaç saniye bekler, etrafını çekingen bakışlarla süzdükten sonra o Tek Kişilik masasına otururdu. Menüye aşina olacak ki, ezbere sipariş verir olurdu. Çantasından çıkardığı mendille çatal bıcağını iyice silerdi. Böyle titiz birinin neden hergün aynı saatte dışarıda yemek yediğini aslında çok merak ediyordum . Yemeği önüne geldiğinde kibarca garsona teşekkür eder, yemeğini yerdi .Bitirince de yine tebessümle teşekkür edip giderdi.

Zamanla ben de aynı saatlerde esir gibi restorantın yalnız müşterilerinden birine dönüşmüştüm. Ondan önce gelir ondan sonra da terk ederdim orayı. Artık ezberim olmuştu. Hayranlıktan aşka yelken açalı çok olmuştu. En çok keder dolu tebessümü etkilemişti bu bendeyi.

Mevsim kışa dönerken soğuktan cesaret almış olacaktım ki ,onu korkutmadan takip etmeye karar verdim. Mekanın karşısındaki kaldırımda biraz bekledikten sonra küçük adımlarla peşine düştüm. Bir hayli yürüdükten sonra küçük bir çiçekçiye uğradı. Tüm çiçeklere baktıktan sonra iki sarı gülle mağazadan çıktı. Bir demet değil,neden sadece iki gül? Merak hatta biraz kıskançlık duygusu göğsümü sarıverdi. Nefesim darlandı, bunca zaman birileri olsa farketmezmiydim diye içim içimi yemeye başladı.

Cebimden astım ilacımı çıkarıp iki nefes çektim. Eve gitmeye karar verdim,hatta birkaç gün dışarıya çıkmadım. Yatak yorgan döşek hasta düştüm. Umut da vefasız dedim kendi kendime. Hüzünlü parçalarda kendimi,onu aramaya başladım. En yakın arkadaşım olan radyoda çalan şarkı ısrarla imkansız diye fısıldıyordu. Onu göremeden geçirdiğim günler için kendime hem kızdım hem acıdım. Güllerden çiçeklerden de pek anlamazdım, meğer sarı gül ayrılığın simgesiymiş. Bunu öğrenince bu sefer umutla karışık kedere kapıldım. Sonradan aslında önyargıyı herşeyden çok sevdiğimizi hatırladım.

Sarı rengi seviyor olamaz mıydı?

O gün yine Tek Kişilik masasının misafiriydi. Onu izlerken beni de kimsenin izlememesi için dua ediyordum. İsmini dahi bilmediğim kadın dünyamın merkezine ne zaman yerleşmişti ki,izlerken yüzüme tebessüm gözüme nem düşmüştü. Yine çiçekçi ve yine iki sarı gül. Ben de daha cesur. Kiminle gerekiyorsa savaşmaya hazırdım . Mutlu değildi , ben de değildim .Onu üzenlere hesap sormak için erken, bırakmak için de çok geçti. Çiçekçiden sonra bir otobuse bindik. Yarım saatlik bir yolculuğumuz da böylece anılarımda yerini buldu. Yol boyu hiç kıpırdamadan camdan dışarıyı izledi. Evine mi yoksa birileriyle görüşe mi gidiyordu, yarım saatte yüz kere düşündüm.

Bir mezarlık önünde inmiştik. Öylebir mezarlık ki orada yatanlar asla ölü sayılmaz, minnet borcu ödenemezdi. Şehitlikdeydik. Gönlümü kaptırdığım bir asker eşiymiş. Utanmak kelimesi az geldi , belki dilimizde duygularımı anlatacak kelimeler henüz yerini bulamamıştı. Belki de doyamadığı eşiyle son kez o restorantta yemek yemişti, belkiler gerçeği değiştiremezdi artık. Vefasına bir kez daha hayran kaldığım gönülçelenimle başlamadan biten hikayemizi o Tek Kişilik masamızda bitirmek zorundaydım .

Son olarak ona bir mektup yazmaya karar verdim. Onun paklığına hayranlığımdan yazdığım mektupdakı her satırı göz yaşlarımla yıkadım…

Humay Yılmaz 11Ekim 2018

Share: